Stefan Zweig kitapları oldukça popüler eserleri içerir. Bunun sebebi yazarın anlatım dilinin ve kurgusunun olağanüstü derecede iyi olmasıdır. Ayrıca kitaplarının popüler olmasının bir diğer nedeni ise kesinlikle yazarın hayat hikayesidir. Hayat hikayesi tüm eserlerini ilgi çekici yapmayı başarmıştır.
Stefan Zweig kitapları okumak istiyorsun ama hangisinden başlaman gerektiğini bilmiyor musun? Bu durumda benim önerilerimi gözden geçirebilirsin. Her kitabın hikayesinin nasıl başladığını ve nasıl ilerlediğini ele aldım. Bunlara göz atarak hangi Stefan Zweig kitabının senin için daha değerli ve daha önemli olduğuna karar verebilirsin.
Satranç
Satranç, Stefan Zweig’ın Brezilya’daki sürgün günlerinde tamamlandığı bir eserdir. 1942 yılındaki intiharından sadece birkaç gün önce Amerikalı yayıncısına gönderilmiş olan bir yapıttır. Stefan Zweig’ın Nazi hegemonyasına ve anlayışına göz attığı nihai eserdir. Bunu ise psikolojik bir karakteristik vurgu yaparak gerçekleştirir.
New York’tan Buenos Aires’e gemiyle seyahat edenler, yanlarında satrançta dünya şampiyonu biri olduğunu fark ederler. Ama bu isim son derece kibirli ve düşmanca bir yaklaşım sergiler. Seyahatçiler becerilerini ona karşı denemek için bir araya gelirler ve mağlup olurlar.
Ardından gizemli bir yolcu ortaya çıkar ve bir anlamda işin seyrini değiştirir. Onlara tavsiyelerde bulunan bu yabancı bir anda kendisi satranç tahtasının karşısında bulur. Dünya şampiyonuna kafa tutacak birisi nihayet çıkmıştır. Ama her şeyin bununla sınırlı olacağını düşünmek büyük bir yanılgıdır.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Zengin ve tanınmış bir yazar olan R., gerçekleştirdiği tatilden birinden Viyana’ya döndüğünde kimliği belirsiz bir kadından uzun bir mektup alır. Gençken, kadın zavallı dul annesiyle aynı binada yaşamıştır. Bununla birlikte hem komşusunun zengin kültürlü yaşam tarzına hem de çekiciliğine tamamen aşık olmuştur.
Yazara olan tutkusu, geceyi onunla geçiren onca kadına rağmen azalmamıştır. Annesi yeniden evlendiğinde ise Viyana’dan ayrılıp Innsbruck’a taşınmak zorunda kalmıştır. 18 yaşında Viyana’ya geri döner, sancılı günler için ilk adımı atar ve yazarla tekrar görüşmeye çalışır.
Hamile kaldığında işini kaybeder ve yoksullar için ayrılmış olan bir sığınakta doğum yapmak zorunda kalır. Çocuklarına iyi bir yaşam sürmek için metreslik yapmaya başlar. Bir gün ünlü yazarla yolları yeniden kesişir. Yazar onu tanımaz ama kadın ne yapıp edip tekrar geceyi onunla birlikte geçirmek için bir fırsat yakalamayı başarır.
Olağanüstü Bir Gece
Burjuva sınıfına ait olan ve tam anlamıyla seçkinler arasında gösterilen bir adam her ne kadar topluluğun daimi üyesi gibi gözükse bile içten içe sıkılmış durumdadır. Onun için muhteşem olarak adlandırılacak bir gece yaşanır ve seçkin adam bir hırsızlık gerçekleştirir. Bu hırsızlık bir anlamda hayattan haz almasına yardımcı olur.
Sonsuz tutkular, hayatları dönüştüren yoğun karşılaşmalar, bütün bir topluluğu uçmaya zorlayan bir kapının çalınması, bağımlılıktan zehirlenmiş bir ruhu kurtarmaya mahkum bir girişim, korkunç bir zulme dönüşen aşk hikayesiyle doludur.
Sonunda özlem ve kurtuluş vardır. Sürükleyici olduğu için son derece eşsiz bir öyküdür ve tamamen unutulmaz bir deneyimdir. Bir adamın sadece saniyeler içerisinde değişecek olan hayatının adeta bir tezahürüdür. Hırsızlıkla başlayan macera hiç beklenmedik noktalara doğru ilerleyecektir.
Amok Koşucusu
İsimsiz olan anlatıcı, 1912’de okyanus gemisiyle Hindistan’dan Avrupa’ya doğru seyahat eder. Bir gece, güvertede bir yürüyüş sırasında gemide herhangi bir sosyal temastan kaçınan, rahatsız ve korkmuş bir adamla tanışır. Ertesi gece anlatıcı bu adamla tekrar karşılaşır ve adam ona güvenerek hikayesini anlatmaya başlar.
Leipzig’den gelen bir doktor, küçük ve ücra bir köyde doktorluk yapmak için yedi yıl önce Endonezya’ya taşınmıştır. Bir süre sonra, yalnızlık onu giderek boğmaya başlamıştır. Birden bire beyaz bir kadın beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar; kibirli ve mesafeli doğasıyla onu büyüler.
Konuşmalar sırasında işin rengi sonradan anlaşılır. Kadın Hollandalı bir tüccarın karısıdır ve gizli bir kürtaj yapmak için doktoru görmeye gelir. Para karşılığında yapılması gereken bu işte doktor parayı kabul etmez. Sonunda kadın istediğini almak için yerli bir şifacıya güvenir ama işler beklendiği gibi gitmez.
Korku
Bayan Irene adında bir kadın, kocasını aldatırken sevgilisinin (bir piyanist) kız arkadaşı tarafından yakalanır. Oldukça kalın kıyafetler giydiği için kadın, Bayan Irene’in yüzünü göremez. Buna rağmen Bayan Irene çok korkar ve özellikle onunla karşılaşmaktan çekinir. Kadına biraz para verir ve daha sonra hemen oradan ayrılır.
Evde bu yaşadıklarını zihinsel olarak yeniden yaşamaya başlar ve sakinleşmeye çalışır. Sevgilisiyle olan ilişkisini basitçe bitirmeye karar verir. Ertesi gün, önceki gün tanıştığı kadından bir mektup alır ve kadın yeniden para ister. Bayan Irene korktuğu için çaresiz bir biçimde parayı temin eder.
Ama içten içe bu kişinin adresini nasıl öğrendiğini merak eder. Üç gün boyunca evden dışarı çıkmaz. Kocası, çocukları ve hizmetçileri şüphelenmeye başlar. Üçüncü gün kocasıyla birlikte bir partiye davet edilir. Bu asil kişilerin davet edildiği bir partiydi ve ona göre şantaj yapan kişiyle karşılaşma ihtimali oldukça düşüktür.
Bir Çöküşün Öyküsü
Bir Çöküşün Öyküsü ara vermeden okunması gereken öykülerden birisidir. Öykü gerçek bir hayat hikayesine dayalıdır. XV. Louis döneminde bürokraside etkili olan bir kadının hikayesini konu alır. Fakat kadın artık eski heybetini kaybetmeye başlamış ve iyiden iyiye çöküş dönemine girmiştir.
Madame saraydan kovulunca işler biraz daha sarpa sarar. Oysa öykü tam olarak bu noktada başlangıç gösterir. Gün geçtikçe gözden düşmeye başlayan kadının tutunacak bir ipi dahi kalmamıştır. Eski saygınlığının yerinde artık yeller esmektedir.
Derken, çılgınca bir plan ortaya koyulur ve Madame de Prie eski saygınlığını geri kazanmak için bir fırsat yakalar. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışması elbette onun yararınadır. Ama bu düşündüğü kadar kolay olmasa bile artık gerçekleştirilmesi gereken bir hedeftir.
Mecburiyet
Mecburiyet konusuyla Stefan Zweig eserleri arasında en çok gerçeğe dokunan öykülerden birisi olabilir. Savaş, vatan, özgürlük, insanlık ve aşk çıkmazının yaşandığı bir durumda artık delirme noktasına kadar ilerleyen bir karakterin hikayesini anlatır.
Aslına bakarsan bu savaş karşıtı eserlerden birisidir. Tek farklı savaş sırasında evli bir çiftin kaçışını anlatır. Vicdanının sesini dinleyip savaşa katılmak istemeyen ama aynı zamanda vatana karşı mecbur hisseden bir ressamın iç dünyası gözler önüne serilir.
Yazarın kaleme aldığı karakterin biraz uçuk olduğunu söylemek doğru olabilir. Bu uçukluğun sebebi ise başta söylediğim gibi birden fazla duyguyu aynı anda yaşamaya çalışmasıyla birlikte kendini bir tutsaklığın içinde bulmasından kaynaklanır. Ama sonucunda oradan çıkmak için bir karar vermesi gerektiğinin farkındadır.
Ay Işığı Sokağı
Ay Işığı Sokağı konusuyla bilinmeyene bir yolculuğu içerir. Anlatıcı, bir Fransız limanına inen genç bir Almandır. Gemi geç yanaşır. Bu nedenle yanaştığı için Almanya’ya giden treni kaçırır. Dolayısıyla kendisine oldukça yabancı olan bir şehirde bir gece geçirmek zorundadır.
Geceleri küçük şehrin sokaklarında yürür. Birden bire bir Almanca şarkı duymaya başlar. Şarkı adamı çeker ve adam kaynağını bulmak için ilerlemeye başlar. Sonunda bar benzeri bir geneleve ulaşır. Burada içeriye bakan garip bir adam görür ama adam birden bire kaçmaya başlar.
İçeri girdiğinde genelevde çalışanlardan birisi ona bira servis eder ama Alman bundan hiç hoşlanmaz. Kalkıp gitmeye çalışır. O adam yine kapının önündedir ve biraları servis eden kadın ona bakarak kahkaha atmaya başlar. Sonunda kalkıp giden Alman otelini bulmak için o adamın yardımıyla karşılaşır. Adam kadınla ilgili doğruları anlatmaya başlar.
Lyon’da Düğün
Lyon’da Düğün konusu ile biraz ilginç bir eserdir. Lyon kenti, devrime karşı duruşu sebebiyle tamamen yıkılma ve yok edilme durumuyla karşı karşıya kalır. Kararı son derece aşırı bulan Couthon elinde sembolik bir çekişle binalara vurmaya başlar. Olay tamamen sembolik bir biçimde gerçekleştirildiğinden görevden alınır.
Onun yerine ise Collot d’Herbois ile Fouche getirilir. Onların göreve gelmesiyle birlikte şehir bir anda idam mahkumlarının çığlıklarıyla bezenmeye başlar. Kanlı infazlar her gün biraz daha şiddeti artıracak şekilde devam eder. Bu sırada bir grup hükümlü bir mahzene tıkılmış durumdadır.
Aynı mahzene yeni bir insan akını gerçekleştiğinde kızın biri aylar önce kaybettiğini düşündüğü nişanlısını burada bulur. Mahzendeki hava bir anda değişiverecektir. Mahzendeki herkes idam edileceğini bilse bile o geceyi farklı bir şekilde geçirecektir.
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Bayan C., yıllar önceki deneyimlerini ruhundan gelen şekilde konuşmak ister. O sıralarda varlıklı bir kadındı ve bir süre sonra dul kalmıştı. Bu arada iki oğul kendi yollarına gitmiştiler. Onlara ne ihtiyaç duymuştu ne de onların yardımlarını istemişti.
Bayan C., Mart ayının bir gününde Monte Carlo kumarhanesinde yeni aşkıyla tanışır. Nice şehrinde yaşayan, Polonyalı aristokrat köklere sahip yaklaşık 24 yaşındaki bir diplomatla oynar ve kaybeder. Ondan tam on sekiz yaş büyük olan Bayan C., kaybedenleri intihardan kurtarmak ister.
24 saatlik bir dilimi konu alan bu uzun öyküde nefret, pişmanlık, aşk, kaçış ve coşku dahil birçok farklı duyguyu bir arada yaşayabilirsin. Tutkunun bir kadına neler yaptıracağının en önemli örneklerinden birisidir. İnsan ruhunun derinliklerine doğru giderken hiç beklemeden kendini akıcı bir öykünün içerisinde bulabileceksin.
Geçmişe Yolculuk
Geçmişe Yolculuk konusu ile merak uyandıracak ama bir oturuşta bitirilmesi gereken eserlerden birisidir. Bu kitabı okurken kendini yarım kalan bir aşkın ortasında bulacaksın. Bu aşk yıllar önce yaşanmıştır ama karakterleri yıllar sonra tekrar karşılaşacaklardır. İşte geçmişin getirdikleri o karakterlerin arasına girmeyi başaracaktır.
Araya savaşlar girecektir. Okyanusları aşmak gerekecektir. Uzun zaman sonra tekrar bir araya geldiklerinde ikisinin de değişmesi gibi bir gerçek söz konusu olacaktır. Geçmiş sürekli ama sürekli aralarına girecek ve yer yer onları bunalıma doğru sürükleyecektir.
Birisine özlem duyup kavuşamama hissi bu öyküde en iyi şekilde anlatılmış durumdadır. Yıllar sonra kavuşan insanlar arasındaki yabancılığın anlam bulması gerekecektir. Aşıklardan birisi çoktan evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ve her ikisi de oldukça yaşlanmıştır. Aşk sınır tanımayacak kadar güçlü olsa bile aşılması gereken engellerin olduğu aşikardır.
Kızıl
Kızıl konusu ile film tadında olan öykülerden birisidir. Berger adında bir genç tıp eğitimi almak için Viyana’ya gelir. Taşralı bir genç olması hayallerini süsleyen bir şehre gelmiş olması onun için yeterli değildir. Çünkü hayallerinde yer alan herhangi bir şeyi burada bulma şansı elde edemez.
Berger son derece zayıf karakterli ve ürkek birisidir. Ama nihayetinde bir tıp öğrencisidir. Örnek alması gereken birisini bulur ve onun peşinden gitmeye başlar. Ürkekliği ve çekingenliği hemen hemen her noktada sosyal hayatını olumsuz yönde etkilemeye devam eder.
Viyana şehrinde hayalini kurduğu hiçbir şeyin olmadığını fark ettiğinde ömrünün öylece geçip gittiğini fark eder. Berger ne yaparsa yapsın bulunduğu şehrin insanların arasına katılma fırsatı elde edemeden hareket eder. Hayata henüz yeni atılması bir dezavantajdır. Dost bildiği ve örnek aldığı arkadaşının yaklaşımı onu hepten mahvedecektir.
Yakıcı Sır
Yakıcı Sır kitabının konusu hem garip hem de eğlencelidir. Küçük bir çocuğun gözünden annesinin yaşadığı kaçamak bir aşkın hikayesi anlatır. Bu aşk aynı zamanda küçük çocuğun hayat boyunca sahip olduğu en önemli sır olacaktır. Bu sırla hareket edecek ve bu sırla hayatını şekillendirecektir.
Çapkın bir adam ile yorgun bir kadının kesişen yolları söz konusudur. Kadının on iki yaşındaki oğlu hemen hemen her şeyi birincil gözden gören taraftır. Öykünün rahat okunması en önemli özelliklerinden birisidir. Ama asıl önemli olan yıllar sonrasına etki edecek bir yaşanmışlığa sahip olmasıdır.
Öykünün çocuk zihnini en iyi şekilde anlatan eserlerden biri olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bir kadının kararsızlıklarını, bir çapkının kısa süreli heyecanlar için sürekli olarak yaptığı akıl almaz hataları ve bir çocuğun zihnine yerleşen karmakarışık yaşanmışlıkların hepsini tek bir öykünün içerisinde bulabileceksin.
Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor
Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor konusu itibariyle aslında üç kısa menkıbeyi taşır. Kitabın içerisinde Rahel menkıbesi, Üçüncü Güvercinin Hikayesi ve Ölümsüz Kardeşin Gözleri şeklinde üç menkıbenin yorumlanmasını bulabileceksin. Çok kısa sayılmasa bile yine de kısa olduğunu söyleyebileceğim bu eseri bir çırpıda bitirebilirsin.
Stefan Zweig, üç menkıbeyi aslına sadık kalarak yorumlamıştır. Orijinal hikayelere küçük eklemeler yapmış veya aralarda boşluk olan kısımları doldurmuştur. Rahel menkıbesi ve beraberinde Üçüncü Güvercinin Hikayesi, Eski Ahit’ten alınmıştır. Ölümsüz Kardeşin Gözleri ise bir Hint efsanesinden gelmedir.
Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor kısmında İsrail efsanelerinden Rahel anlatılır. İkinci öykü Nuh tufanından bir güvercini, üçüncüsü ise Hint efsanelerinden esinlenerek sunulan Virata’yı konu alır. Üç farklı menkıbenin ortak noktası ise kesinlikle savaş ve ölüm karşıtlığıdır.
Hayatın Mucizeleri
Hayatın Mucizeleri konusu ile biraz tat kaçırıcı olsa bile oldukça okunabilir bir kitaptır. Klasik Stefan Zweig çözümlemelerini burada bulabilirsin. Yazar, thaf kaderlere sahip olan insanların izini sürmüştür. Bu izi daha sonra okuyucuya sunmuş ve ona farklı hayatları deneyimleme fırsatı sunmuştur.
Savaş karşıtlarının ve beraberinde kurbanlarının, hayatın tutkusuna sıkı sıkı bağlı kalıp onun tutsağı olanların, kendi kendini hapsetmiş olan ruhların öykülerini bu kitapta bulabileceksin. Adeta insanı yazıldığı döneme doğru götüren eser beraberinde güçlü bir hayat deneyimi sunar.
Bol bol betimleme içerek ve tasvirlerle dolu olan bu eserde sürükleyicilik beklemeni önermem. Bu açıdan diğer Stefan Zweig eserlerine pek benzemediğini bilmek gerekir. Bir ressam ile Yahudi bir kızın inanç ve kadercilik üzerine çarpıcı ve hüzünlü hikayesini okuduğunda kendini bambaşka bir noktada bulabileceksin.
Mürebbiye
Mürebbiye kitabının konusu dönemin içerisinde oluşmuş toplumsal sınıflar ve onların yaptırımlarıdır. Yüksek tabakanın, kadınları cezalandıran ve bunun karşılığında erkekleri koruyan tutumu gözler önüne serilir. Üstelik bu tamamen çarpıcı bir biçimde gerçekleştirilir.
Kitap, dört tane kısa öyküden oluşur. Her bir kısa öykünün hikayesi farklı olsa bile anlatılmak istenen şey nihayetinde aynıdır. Özellikle çocukların dünyasını anlamak için en ideal eserlerden birisi olduğunu söylemeden es geçmeyeceğim. Bu açıdan eserin son derece iç acıcı olduğunu not etmeliyim.
Mürebbiye kitapta yer alan öykülerden sadece birisidir. Bu hikayenin içerisinde bir kadının istenmeyen hamileliği sonrası ezilmesi iki çocuğunun gözlerinden anlatılır. Bu açıdan yetişkinliklerin acımasızlığına duygusal bir bakış açısıyla yaklaşım söz konusudur.
Clarissa
Clarissa yarım kalan bir romandır. Bu anlamda yayıncı tarafından tamamlanmıştır. Stefan Zweig eseri tamamlamadan intihar edip bu dünyadan göçmüştür. Anlatılanlara göre yazar bu kitaba hayatının son dönemlerinde başlamıştır. Taslağı ise yıllar yıllar sonra ortaya çıkarılmış ve yayıncısı tarafından tamamlanmıştır.
Stefan Zweig, savaş yıllarında ve aynı zamanda savaştan sonraki yıllarda servetinden mahrum kalan Clarissa isimli bir kızın hayatını anlatır. Clarissa aslında Avusturyalı bir subayın kızıdır. Manastır okulunda büyür. Erken yaşlarda hissetme ve düşünme azmiyle kendini geliştirir.
Eğitimlerinin ardından Viyanalı bir nöroloğun yakında çalışmaya başlar. Bir toplantı sırasında Fransız bir öğretmen olan Leonard ile tanışır. Birbirlerine aşık olan ikilinin aşkı daha yaşanmadan savaşla bölünür. Ayrılmak zorunda kalırlar. Bu sırada bir çocuk dünyaya gelir ve Clarrissa çocuğu için pek de sağlam pabuç olmayan bir adamla evlenir.